Sunday, October 16, 2011

TÜRKİYE ORMANLARINDA MÜLKİYET HAKKI

.
1. Avrupa Insan Hakları Mahkemenın (AİHM’in) görüşü:

AİHM, orman sınrları içerisine iyi niyetli edinilmiş tapuların geçerliliğini tanımaktadır.

AİHM kararlarına gore, (bakınız http://turkiyeorman.blogspot.com/search/label/-%20AIHM%20KARARLARI), bir yerin özel mülkiyet olması anayasa ve kanunlara göre yasak olsa bile, bu yerin tapusu varsa ve iyi niyet ile edimişse, gecerli sayılır. Bu durumda olan ve gecerli sayılan bir tapu adil tazminat ödemeden yasalar gereği iptal edilirse AİHS’nin 1 nolu protokolünün 1. maddesine gore sahibinin mülkiyet hakkı ihlal edilmiş olmaktadır. Ihlalın temeli yasal el koymanın ziyade tazminat ödenmemesidır.

Bu tür mağduriyeti gidermek için bir tazminat ödenmesi gerekir. Ancak AİHM kararlarına gore ödenmesi gereken adil tazminat mülkün tam değerini yansıtmiyabilir, çünkü tapu iptalı yasal olarak yapılmıştır.

AİHM Devecioğlu – Türkiye kararında (başvuru no. 17203/03, paragraf 15) mahkeme bu görüşünü belirtyor:

“Mevcut davanın koşullarında, sözkonusu maddi kayıpları için tazminata hükmedilmesi, başvuranlar için en uygun adil tazmini teşkil eder.

Bu bağlamda, AİHM, tespit edilen ihlalin temeli, yasalara aykırı biçimde el koymadan ziyade tazminat ödenmemesi ise, tazminatın, taşınmazın değerini her zaman tamamen yansıtmadığını yineler (bkz. I.R.S. ve Diğerleri (adil tazmin), 26338/95; Scordino – İtalya (no. 1) [BD], 36813/97 ve Stornaiuolo – İtalya, 52980/99). Bu nedenle, başvuranların yasal beklentileriyle örtüşecek biçimde götürü tazminat almalarının uygun olacağı kanısındadır.”

2. Türkiye devletin görüşü:

Türkiye Devleti, AİHM’deki savunmasında orman sınırlandırmasında kalan tapuların iptal edilmesinin yasal olduğunu belirtmiştir. Çünkü T.C. Anayasası’nın 169. maddesine gore orman arazisinin şahıs malı olması mümkün olmadığı için Orman Kanununa göre tahditi yapılıp orman sınırları içerisinde kalan bütün araziler devletindir. Bu nedenle bu sınırlar içerisinde kalan tapularda geçersizdır ve tazminat ödenmesi gerekmemektedir. (Hükümet diğer taraftan, gecersiz tapu sahiplerinin Borçlar Kanunu’nun genel hükümleri çerçevesinde ne idari usul kanununun ilgili hükümleri esas alınarak ne de Medeni Kanun’un 1007. maddesine dayanarak tazminat talebinde bulunabileceklerini hatırlatmaktadır.)

3. Asıl durum:

Orman sayılan yerlerde özel mükiyete el konulmasının, ne Anayasayada nede 6831 sayılı Orman Kanununda öngörülmemektedır. Ancak AİHM bugüne kadar bu konuda ulusal kanunları yorumlamayı kabul etmeyip ulusal mahkemelerin yorumlarını doğru ve bağlayıcı olarak kabul etmiştir.

AİHM’nin 17.02.2004 tarihli Maestri v. İtaly kararının 7. Paragrafında:

“Mahkeme ayrıca altını çizerek Mahkemelerin ve Yargıtay’ın ulusal kanunarın uygulanmasında, yorumlanmasında en yetkili merci olduklarını belirtir.

Mahkeme en azından bugüne kadar ulusal kanunları yorumlamayı kabul etmemiş, ulusal mahkemelerin yorumlarını doğru ve bağlayıcı olarak kabul etmiştir. Mahkeme bu konulara nadiren müdahale etmektedir. Bu müdahale ulusal kanunları (ulusal otoritelerin çıkardığı şekliyle) yorumlamak için değil, AİHS ile bağdaşıp bağdaşmadığı konusunda yapılmaktadır.”


Aslında:

Devletle ait olması gereken ormanlar 1945 öncesi hava fotoğrafları, memleket haritaları ve amenejman planlarına göre tespit edilmiştir. Yapılan bu tespitler, resmi ve beynelminel istatistiklere göre,10.5 milyon hektardır. Bu tespitlerin içinde bulunan tüm özel ormanlar1945 yılında yürürlüğe giren 4785 sayılı orman kanunu ile devletleştirilmiştir.

Son yıllarda Türkiyede 20 milyon hektar üzerinde orman bulunduğu testit edilmektedır. Bu nedenle Türkiyede bugün 1945 öncesi tespit edilmemiş 10 milyon hektardan fazla orman bulunmaktadır. Bu artan 10 milyon hektar ormanın içinde Özel sahipli yerler 4785 kanunu kapsamına girmemelidır ve bu kanuna gore devlet ormanı yapılmamalıdır.

Anayasa: 1924’ten bugüne kadar çıkarılan anayasalarda orman sınırlandırmalarında tüm orman nitelikli arazilerin devlet ormanı sayılacağını belirten bir madde bulunmamaktadır.

1982 Anayasasında (169 mad.):

Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet ormanları kanuna göre, Devletçe yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz.”

denilmektedir.

“Devlet ormanları” demek “devlete ait ormanlar” anlamına gelmekte olup bütün ormanları içermemektedir. Yukarıda belirtildiği gibi tüm ormanlar devletindır diye bir varsayım yürütmek yanlıştır çünkü tüm bugünki ormanlar 1945 yılında devletleştirilmedi. Bu nedenle Anayasası’nın 169. Maddesi ancak Devlet ait orman arazisinin şahıs malı olmasını yasakliyor. Bu madde sadece Devlete ait ormanlara uygulanır.

6831 Sayılı Orman Kanunu: 1956 yılında yürürlüğe giren 6831 sayılı Orman Kanunun da, tapulu ormanların devlet ormanı olduğunu belirten bir madde bulunmamaktadır. Bu kanun özel ormanları taniyor.

Dolayısı ile ne Anayasa da ne de 6831 sayılı kanunda, şahıslara ait tapulu ormanları devlet ormanı sayan bir madde bulunmamaktadır. Ayrıca 1945’de bugünkü ormanların sadece yarısı devletleştirilmiştir ve bu devletleştirme sırasında tazminat almayanlar AİHM kararlarına gore yine mağdurdır.

Daha fazla bilgi için bakınız http://www.turkeyforest.com/


4. Sonuç:

AİHM, orman sınrları içerisine iyi niyetli edinilmiş tapuların geçerliliğini tanımaktadır.

AİHM orman sınrları içerisine bulunan yerlerin özel mülkiyet olması Anayasa ve kanunlara göre yasak olduğunu kabul etmiştir. Ancak bu konuda en azından bugüne kadar AİHM ulusal kanunları kendisi yorumlamayı kabul etmemiş ve ulusal mahkemelerin yorumlarını doğru ve bağlayıcı olarak kabul etmiştir.

Bu durumda orman sayılan yerde bir tapu ulusal mahkeme tarafından iptal edilirse, AİHM iptalın yasal olduğunu kabul etmektedır, ancak adil tazminat ödenmesi geretiğine karara varmıştır. AİHM tapu iptalin yasal olduğundan tazminatın adil değeri mulkün tam değerini yansitması şart olmadiğini kabul etmiştır.

Ileride AİHM ulusal kanunları kendisi yorumlamayı kabul edip orman sayılan yerde tapu iptalin anayasaya göre ve kanunlara göre yasal olmadığını kabul ederse mülkiyet ihlalı daha citti olur.

AİHS’nin 1. nolu protokolünün 1. maddesine göre, mülkiyet hakkına müdahale yasal olmalıdır. Müdahale ulusal kanunlara göre yasal değil ise AİHS’nin 1 nolu protokolünün 1. maddesi çok ciddi bir şekilde ihlal edilmiş olmaktadır. Bu durumda başvuranın mağduriyetinin giderilmesi (restitutio in integrum) ihlal öncesi hale getirilmesi yolu ile gerekli kılınmaktadır. Bu da taşınmazı iade etmek, bu mümkün değil ise güncel değeri ile tazminat ödemek yolu ile olmaktadır. Tazminat hesaplanırken, adil dengenin sağlanması için taşınamazın güncel değeri dışında kaybedilen fırsatlar için de ayrı bir tazminat ödenmektedir.

Bakınız:

Scordino c. Italy (No3) ( just satisfaction), no 43662/98, 09/07/2007
Carbonara and Ventura v. Italy (just satisfaction), no. 24638/94, 11/12/2003
Belvedere Alberghiera S.r.l. v. Italy no. 31524/96, 30/10/2003)
Papamichalopoulos and Others v. Greece 14556/89, 31 10/1995

5. Yukarıdaki AİHM kararların içinden alınan ve konu ile ilgili bazi alıntılar aşğıda bulunmaktadır :

Papamichalopoulos and Others v. Greece 14556/89, 31 10/1995:

“36. The act of the Greek Government which the Court held to be contrary to the Convention was not an expropriation that would have been legitimate but for the failure to pay fair compensation;…………………….. The unlawfulness of such a dispossession inevitably affects the criteria to be used for determining the reparation owed by the respondent State, since the pecuniary consequences of a lawful expropriation cannot be assimilated to those of an unlawful dispossession……………………………… 38. Consequently, the Court considers that the return of the land in issue, an area of 104,018 sq. m - as defined in 1983 by the Athens second Expropriation Board - would put the applicants as far as possible in a situation equivalent to the one in which they would have been if there had not been a breach of Article 1 of Protocol No. 1 (P1-1); the award of the existing buildings would then fully compensate them for the consequences of the alleged loss of enjoyment."

Scordino c. Italy (No3) ( just satisfaction), no 43662/98, 09/07/2007:

"31. L'indemnisation à fixer en l'espèce devra refléter l'idée d'un effacement total des conséquences de l'ingérence litigieuse. En effet, dans la présente affaire c'est l'illégalité intrinsèque de la mainmise sur le terrain, qui a été à l'origine de la violation constatée sous l'angle de l'article 1 du Protocole no 1. Le caractère illicite de pareille dépossession se répercute par la force des choses sur les critères à employer pour déterminer la réparation due par l'Etat défendeur, les conséquences financières d'une mainmise licite ne pouvant être assimilées à celles d'une dépossession illicite (Ex-Roi de Grèce et autres c. Grèce (satisfaction équitable) [GC], précité, § 75 ; Scordino c. Italie [GC], précité, § 250).

32. La Cour rappelle avoir fondé sa jurisprudence en matière de satisfaction équitable en cas de privation arbitraire de biens suivant les principes élaborés par la Cour permanente de justice internationale (Papamichalopoulos et autres c. Grèce (article 50), arrêt du 31 octobre 1995, série A no 330-B, § 36), qui dans son arrêt du 13 septembre 1928 dans l'affaire relative à l'usine de Chorzów, a jugé :

« (...) la réparation doit, autant que possible, effacer toutes les conséquences de l'acte illicite et rétablir l'état qui aurait vraisemblablement existé si ledit acte n'avait pas été commis. Restitution en nature, ou, si elle n'est pas possible, paiement d'une somme correspondant à la valeur qu'aurait la restitution en nature; allocation, s'il y a lieu, de dommages-intérêts pour les pertes subies et qui ne seraient pas couvertes par la restitution en nature ou le paiement qui en prend la place; tels sont les principes desquels doit s'inspirer la détermination du montant de l'indemnité due à cause d'un fait contraire au droit international. » (Recueil des arrêts, série A no 17, p. 47)

33. La Cour a adopté une position très semblable dans l'affaire Papamichalopoulos c. Grèce (Papamichalopoulos et autres c. Grèce (article 50), précité, §§ 36 et 39). Elle y a conclu à une violation en raison d'une expropriation de fait irrégulière (occupation de terres par la marine grecque depuis 1967) qui durait depuis plus de vingt-cinq ans à la date de l'arrêt au principal rendu le 24 juin 1993. La Cour enjoignit en conséquence à l'Etat grec de verser aux requérants, pour dommage et perte de jouissance depuis la prise de possession par les autorités de ces terrains, une somme équivalente à la valeur actuelle des terrains augmentée de la plus-value apportée par l'existence de certains bâtiments qui avaient été édifiés depuis l'occupation.

34. La Cour a suivi cette même approche dans deux affaires italiennes, portant sur des expropriations non conformes au principe de la prééminence du droit. Dans la première de ces affaires, Belvedere Alberghiera S.r.l. c. Italie (satisfaction équitable), no 31524/96, §§ 34-36, 30 octobre 2003), elle a dit :

« Comme c'est l'illégalité intrinsèque de la mainmise, qui a été à l'origine de la violation constatée, l'indemnisation doit nécessairement refléter la valeur pleine et entière des biens.

S'agissant du dommage matériel, la Cour estime par conséquent que l'indemnité à accorder à la requérante ne se limite pas à la valeur qu'avait sa propriété à la date de l'occupation. Pour cette raison, elle a invité l'expert à estimer aussi la valeur actuelle du terrain litigieux et les autres préjudices.

La Cour décide que l'Etat devra verser à l'intéressée la valeur actuelle du terrain. A ce montant s'ajoutera une somme pour la non-jouissance du terrain depuis que les autorités on pris possession du terrain en 1987 et pour la dépréciation de l'immeuble. En outre, à défaut de commentaires du Gouvernement sur l'expertise, il y a lieu d'octroyer une somme pour le manque à gagner dans l'activité hôtelière. »

35. Dans la deuxième de ces affaires (Carbonara et Ventura c. Italie (satisfaction équitable), no 24638/94, §§ 40-41, 11 décembre 2003), la Cour a déclaré :

« S'agissant du dommage matériel, la Cour estime par conséquent que l'indemnité à accorder aux requérants ne se limite pas à la valeur qu'avait leur propriété à la date de son occupation. Pour cette raison, elle a invité l'expert à estimer aussi la valeur actuelle du terrain litigieux. Cette valeur ne dépend pas de conditions hypothétiques, ce qui serait le cas s'il se trouvait aujourd'hui dans le même état qu'en 1970. Il ressort clairement du rapport d'expertise que, depuis lors, ledit terrain et son voisinage immédiat – qui disposaient de par leur situation d'un potentiel de développement urbain – ont été mis en valeur par la construction de bâtiments, dont l'école.

La Cour décide que l'Etat devra verser aux intéressés, pour dommage et perte de jouissance depuis que les autorités ont pris possession du terrain en 1970, la valeur actuelle du terrain augmentée de la plus-value apportée par l'existence du bâtiment.

Quant à la détermination du montant de cette indemnité, la Cour entérine les conclusions du rapport d'expertise pour l'évaluation exacte du préjudice subi. Ce montant s'élève à 1 385 394,60 EUR. »

36. Il ressort de l'analyse des trois affaires mentionnées ci-dessus, qui portent toutes sur des cas de dépossession illicite en soi, qu'aux fins de réparer intégralement le préjudice subi la Cour a octroyé des sommes incluant la valeur actuelle du terrain par rapport au marché immobilier d'aujourd'hui. En outre, elle a cherché à compenser les pertes subies qui ne seraient pas couvertes par le versement de ce montant, en tenant compte du potentiel du terrain en cause, calculé, le cas échéant, à partir du coût de construction des immeubles érigés par l'expropriant.

37. Compte tenu des considérations qui précèdent, la Cour estime que dans la présente affaire la nature de la violation constatée dans l'arrêt au principal lui permet de partir du principe d'une restitutio in integrum. En conséquence, la Cour estime que la restitution du terrain litigieux – couplée de l'attribution des bâtiments existants – aurait placé les requérants, le plus possible, dans une situation équivalente à celle où ils se trouveraient s'il n'y avait pas eu manquement aux exigences de l'article 1 du Protocole no 1 ; les indemniserait alors intégralement des conséquences de la perte de jouissance alléguée (Papamichalopoulos et autres c. Grèce (article 50), arrêt précité, § 36 et §38).

38. A défaut de restitution, la Cour estime que l'indemnité à accorder aux requérants ne se limite pas à la valeur qu'avait leur propriété à la date de l'occupation. Elle décide que l'Etat devra verser aux intéressés une somme correspondant à la valeur actuelle du terrain (1 329 840 EUR), de laquelle il convient de déduire l'indemnité obtenue par les requérants au niveau national (à savoir 264 284 339 ITL en 1982, voir paragraphe 25 de l'arrêt au principal) et actualisée (soit environ 436 000 EUR). A ce montant s'ajoutera une somme pour la plus-value apportée par la présence de bâtiments – qui en l'espèce a été estimée au même niveau que le coût de construction – et qui est susceptible de compenser les requérants également pour toute autre perte subie par les requérants.

39. Quant à la détermination du montant de cette indemnité, en l'absence d'expertise déposée par le Gouvernement et en l'absence de commentaires concernant les montants réclamés, la Cour s'appuie sur le rapport d'expertise des requérants. Statuant en équité, la Cour accorde aux requérants 3 300 000 EUR."

No comments:

Post a Comment